3 Ocak 2014 Cuma

Göz göre göre gitmesine izin vermek


"Ben onu ilk gördüğümde o yaz günü buz kesmişti ellerim, nefesim donmuş, göz bebeklerim büyümüş, bir anda dolmuştaki ağır ter kokusu dinmiş, etrafta kimsecikler kalmamıştı. Bir an göz göze gelip onunla, konuşmaya devam etmiştim yanımdakiyle öylesine...

Saçlarının bir rengi yok!! Var , var ama doğada tarifi yok o rengin. Camdan içeri sızan sessiz rüzgar öylesine vuruyordu ki saçlarına, o ana kadar biriktirdiğim her şeyi çöp niyetine söküp atasım geldi kalbimden. " dedi ve devam etti.

"Onun bir kaç saniye dahi olsa bana bakması, ömrüm boyunca aldığım en güzel armağandı. O zaman sordum kendime: Bu yaz, o yalancı yaz mıdır elbet bir gün biten? Yoksa ölsem de gam yemem artık dediğiniz o anda ölümsüzleşmiş midir o yaz. Aldığım her nefes bir daha onu ne zaman görürüm diyeydi, oysaki yanımdaki arkadaşımın gevezeliği yüzünden onun nerede indiğini bile görmemiştim. O gözleri, o gülümsemeyi, o eşsizliği unutamazdım ama bir daha ne zaman görebilirdim bilmiyordum."

Durdurdum bizim yağız delikanlıyı, bir insan evladının bu denli birine tutulabileceğine, hele ki bu günlerde hiç ihtimal vermemiştim.

Yıldızları bir bir gözüme indirmeye başladım, zaman çok çabuk geçiyor... Etrafımı zehirli mantar misali saran her bir yalancı çiftin, yapış yapış, tatsız tuzsuz evcilik oynayışları benim o üç kelimeye olan inancımı zamanla köreltti.


Yalnızlığa Hüküm Giymiş Adam

14 Nisan 2013 Pazar

Yağmur, yağmur yağmur, yağmur ... Geri verecek buharlaşan sevgimizi....

Günler sonra neden mi bu gece? Eğer en pahalı parfümlerden bile daha mis kokulu toprak kokusuyla çevrelendiyseniz ve odanızın buğulu penceresinden içeriye vızıldayan yağmur taneciklerin hınzır çırpınışlarını işitiyor bir de üstüne koca bir bardak Türk kahvesi yaptıysanız kendinize, kelimeler peşi sıra konuyor dilinizin ucuna. 

Günümüzde kaç kelime kaldı ki bize ait, hep birilerinin sözleri ile yaşar olduk. Hazır böyle bir fırsat bulmuşken seve seve değerlendiririm. Bu blogda hiç bir "tümce"  bazı kişi ve kurumlara ait değildir, telif hakkı iddia edilemez. :)

Yağmur... 6 harfin içinde o kadar derin anlamlar yüklü ki benim için. Sanırım bu yüzden İngiltere'ye özellikle gitmek istedim, güneş neredeyse yok gibi oralarda. Hava ya hep kasvetli ya da yağışlı ya da her ikisi bir arada. Bu bir depresyon belirtisi değil, izin verin size kendi bakış açımdan anlatayım "Neden Cemal Gümüş bu kadar sever yağmurlu havaları?

Her birimizin hayatta olduğu için her gün şükrettiğimiz sevdikleri var. Eeee... 

Buharlaşan ve tekrar bize dönen bu biyolojik olayı hepinizin ilkokuldan az çok bildiğini varsayarak ( hepimiz bir bardağa su koyup pencereye oraya buraya koymadık mı bir kaç gün sonra azalacak diye) , Dünyanın neresinde olursak olalım ben her yağmurda ıslandığımızda sevdiklerimizle buluştuğumuza inanıyorum. Tenimize değen her bir tanecik, kuruyup gitmeden önceki o saniyelerde tüm sevdiklerim geliyor aklıma. Alıp-verdiğimiz her nefes karışıyor ya atmosfere işte günün birinde buluşalım diye. Olur mu öyle şey, abartma demeyin, gerçekten öyle hissediyorum. Bu yüzdendir benim kışı sevişim, hem uzaktaki sevdiklerimizle buluşturur bizi, hem de yıkar geçer tüm biriktirdiğimiz, üzerimizi saran kiri pası. 

Hiç şikayet ettiğimi duyan olmamıştır, kış bitse de yaz gelse diye. Hele ki yağmur yağdığında , her ıslandığımda o asık suratlara inat, eline elma şekeri tutuşturulmuş çocuk gibi ağzım varır kulaklarıma. O her toprağa düşen damla , buram buram kokar ki burnuma , sanırım 25 yıldır,  hiç değişmediği için şükrettiğim ender benzersizliklerden biri. 70 yaşında bir ihtiyar da olsam, doktorum kahve içmemi yasaklamazsa eğer(!) her yağmur yağdığında , yılların yüzümüze kazıdığı çiziklerimize hiç aldırmadan, sevdiğim kadınla karşılıklı höpürdete höpürdete hem kahvemi de içerim, hem de insanların sevdikleriyle buluşmalarını izlerim. 

Yağmurunuz bol olsun.



5 Nisan 2013 Cuma

I'm welcome back!


Uzun süren bir yokluğun ardından ,blog yazmaya geri döndüm. Aslında buna yeni bir başlangıç diyebiliriz. Aklımı çok meşgul eden binbir türlü karmaşa ile uğraşırken , bunları neden yazıya dökmüyorum acaba diye düşünürken buldum kendimi?

Herkes için farklı bir anlam taşır "blog yazmak". Kimileri tarafından bildiğimiz günlük deyip geçiştirilir. Aslında benim için pek de öyle denilemez. Burası sizin beyniniz içi, içeride ne varsa burada gözünüzün önüne geliyor. Ve aslında biz insan evlatları birbirimizin aklını okuyamıyoruz ya, işte size benim aklımı okuma fırsatı!

Şimdi gelelim "What am I doing?" sorusunun cevabına. 
Ben , Cemal Gümüş, Afyon Kocatepe üniversitesi İşletme lisans programını bitirir bitirmez, aynı üniversitede "Yüksek Lisans" programına başladım. Acelesi mi vardı? Evet, çünkü bu adam bir an önce sıraların arkasından kurtulup, masanın arkasına geçmek istiyor. Aslında daha çok o masanın üstüne oturmak istiyorum, çünkü üniversitedeyiz gençler, kim takar 'sıra'dan olmayı... Benim, kitaplarda yazan teorik cümlelerden arta kalan zamanda öğrencilere anlatmak istediğim onlarla paylaşmak istediğim o kadar çok şey var ki, onları şu an beynimin içinde dahi bulamıyorum düşünün yani. O kadar çoklar!

Pek çoğunuzun bir süre önce oturduğu ve epey bir çoğunuzun şu anda oturmakta olduğu sıralara ben ilk oturduğumda, ilk önce dedim ki, benim kesinlikle bir eğitimci olmam lazım. Biraz demeyelim de, azımsanamayacak derecede deli, az ciddi ama ciddi sonuçta, ve inanılmaz derecede konuşkan , pratik zekasını öğrenci ile uğraşmaya adamış bir eğitimci. Umarım benim kafamda canlanan profil sizde de aynı şekilde kendini göstermiştir. 

Eğer pek çoğunuz sıkılıp okumayı bırakmadıysa, anlatmak istediğim bir kaç şey var. Yediğim mc flurry (reklam sayılmaz) beynimi uyuşturduğu için, bundan sonrasına starbucks ( bu hiç sayılmaz) da  mocha içerken devam etmek istiyorum.

.......................................................................................................

Evet, son anda karar değişikliği ile, bu güzel havanın hatırına venti boy nane aromalı americano alarak yazıma devam ediyorum. Reklam kısmı bir yana, devam etmekte olduğum kısmi zamanlı bir işim var. Üniversitede uluslararası ilişkilerde kısmi (sözde) fakat tamamen kendi isteğimle neredeyse tam zamanlıymışım gibi Erasmus işleri ile ilgileniyorum. Erasmus ne bilmiyorsan ---> Google'a sor!

Bugün bir kaç saat önce çözdüğümü düşündüğüm bir problemim var. Bunu neden paylaşmak istiyorum ? Hem sorunun tespiti ve çözümü doğru mu diye her şeyi önüme sermek hem de benzer bir karmaşa sizde de olursa diye detayları sizinle paylaşmak. 

7 Nisan 2013 tarihinde saat 09:30 daki Yabancı Dil Sınavına (YDS) girmek için aylar öncesinden başvuru yapmıştım. Gel gelelim akademik kadro ile kafayı bozan ben , Mart 2013 ün sonlarında gmail adresime gelen İŞ bankası Afyon memur alım sınavı ilanı ile bir an sarsıldım  çünkü o da 7 nisan da yapılacaktı. 4 nisan akşamı iş bankasının sınavının sabah 11:00 de olduğunu öğrendim, zaten 2 oturum yapılacakmış ve ilk oturum sabah saat 09:00 da. Hiç bir çözüm yok banka yetkilileri bile ikisinden birini seçmemizi istiyor telefonda düşünün yani. Bilinçli yapıldığını düşünüyorum ya neyse...

Ben iki arada bir derede kalmış halde iken ancak bugün bir kaç dakikalık bir "aslında ben ne istiyorum" muhakemesi yaptıktan sonra gideceğim yolu seçtim. Akademisyenliği bu kadar istiyorken neden mi bankacılığı da düşünüyorum, 25 yaşında hala askerliğinizi yapmamış ve hiç bir tecrübeniz yoksa ve hala bir baltaya sap olamadıysanız endişelenmeye başlıyorsunuz. Oradan alacağım maaş, belki bir süre hayal kırıklığımı, pişmanlığımı bastıracaktı ama ben hep "keşke" demeye başlayacaktım bir kaç ay sonrasında. 

2 lisans 1 yandal sertifikası bir de devam edilen yüksek lisansa ek iyi bir derecede ingilizce varken, neden iş bulmakta zorlanıyormuşum?  İyi de sorun iş bulmakta değil ki, severek yapabileceğim bir işe başlamak. Bu benim için evlenmek ile bir ömür aynı kişiye sadık kalmak ile aynı şey. Bir işe gireyim şimdilik, sonrasında fırsat bulduğumda akademisyen olurum demek, kendimi kandırmaktan başka bir şey değil ki. İleride önüme başka fırsatlar da çıkacak ve belki de ben, çoktan hayalini kurduğum eğitmen çizgisinden çok daha farklı bir yolda yürüyor olacağım. Bunu bugün anladım çok kısa bir süre önce...

Şimdiye kadarki son kararım, banka sınavına girip orta düzey inişsiz-çıkışsız bir hayat yaşamaktı. Ama hayallerime, yetilerime haksızlık etmişim. Geçmişte de konservatuvara gitmek istemiştim ama olmamıştı şimdi ise peşinden koşmadığım için bu kadar pişmanken nasıl olur da istemediğim bir iş için kendimi bu kadar hazır hissedebiliyordum. Bu arada şunu söylediğinizi duyabiliyorum!! Banka sınavına girdin de hemen alındın mı sanki?! Trust me gençler, 4 sene yan gelip yatan kimler kimler girdi, ben o sınava girersem bildiğin iş bankası memuruyum. 

Benim durumumdan yola çıkarak pek çok şeyi düşünmek isteyebilirsiniz. Gerçekten ne istediğinizi biliyor musunuz? Bir amacınız hala yok mu yoksa ? Siz o zaman yaşamıyorsunuz, akıntı var diye çabalamıyorsunuz demektir. Her zaman bir çıkış yolu vardır. Pes edip akışına bırakmak zayıfların , güçsüzlerin işi. Eğer sen bu kadar uzun bir yazıyı sonuna kadar okuduysan buraya kadar geldiysen sürüye karışanlardan olamazsın , olursan kendine haksızlık ediyorsun demektir. Kulaklarını tıka insanların söylediği her şeye... Ne istediğini bil ve onun peşinden git. Belki hemen kazanamayacaksın ama adım adım yaklaşacaksın. Sabret. Yıllar sonra dönüp baktığında "iyi ki pes etmemişim" diyebilmelisin. 

Her zaman söylediğim gibi " Allah herkese aynı beyni veriyor ama bazılarımız özellikle aptal olmayı seçebiliyor." 

Siz de onlardan olmayın, bırakın insanlar hakkınızda konuşsunlar ama asla sizin adınıza karar vermelerine izin vermeyin.


Sevgiler,

Cemal